Cumhuriyet’in kurucu kadroları, siyasi bağımsızlık kadar, iktisadi bağımsızlığın da kazanılmasına büyük önem verdi. Bu kapsamda, 17 Şubat 1923’te ülkenin dört bir yanından gelen katılımcılarla İzmir İktisat Kongresi düzenlendi.
Kongrede 281 maddeden oluşan kararlar alınırken ekonomi politikasında izlenecek yol haritası çizildi.
Lozan Barış Antlaşması, ekonomik bağımsızlık yolunda önemli dönemeçlerden biri oldu. Kapitülasyonlar konusunda çıkan fikir ayrılıkları nedeniyle bir süre ara verilen anlaşma görüşmeleri, 24 Temmuz 1923’te uzlaşmayla sona erdiğinde Türkiye, hem ekonomik hem de siyasi olarak masadan eli güçlü şekilde kalktı. Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni onaylayan Lozan Barış Antlaşması ile tüm kapitülasyonlar kaldırıldı, Türk boğazlarının yönetimi de Milletler Cemiyetinin garantisi altında başkanlığı Türkiye’ye bırakılan uluslararası bir komisyona devredildi.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle Türkiye ekonomisinde de yeni dönem başladı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletle özel sektörün de üretime katkı verdiği bir ekonomik model izlendi. Türkiye, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmasına karşın savunmadan gıdaya, finanstan tekstile, madencilikten çimentoya kadar birçok alanda fabrikalar kurdu. Türkiye’nin ilk uçak fabrikası TOMTAŞ da 1926’da daha Cumhuriyet’in 3’üncü yılında faaliyete geçti.
Küresel ekonomiyi derinden sarsan 1929’daki “Büyük Buhran”, genç Türkiye’yi de etkiledi. Bu dönemde para krizinin yaşanması nedeniyle Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) kurulma süreci hızlandı ve kurum 3 Ekim 1931’de faaliyetlerine başladı.
Krizin ilk yıllarında toprak reformu yapılarak tarım ön plana çıksa da ilerleyen zamanda devletin müdahaleleri arttı ve sanayiye doğru yönelim oldu. 1932 ve 1936 yıllarında Birinci ve İkinci 5 Yıllık Sanayileşme Planları hazırlandı. Bu planlamayla demir-çelik, kömür ve makine gibi temel sanayilere öncelik verildi. Üretilen ürünlerin ülkenin dört bir yanına uygun maliyetlerle taşınması için demir yolu yatırımları da ağırlık kazandı. Cumhuriyet dönemi öncesinden devralınan 3 bin 714 kilometrelik demir yolu ağına, 1923-1950 yıllarında 3 bin 780 kilometre daha eklendi.
Büyük Buhran, 1939-1945 dönemindeki 2. Dünya Savaşı’nın da en önemli nedenleri arasında yer aldı. Türkiye, 2. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmayı tercih ederken savaşın etkilerinden kaçamadı. Dış ticaret kesintiye uğrarken üretimde de düşüşler meydana geldi.
2. Dünya Savaşı sonrasında dünyadaki ekonomik krizin etkilerini azaltmak için ABD kaynaklı Marshall Planı yürürlüğe konuldu. Yardımlardan Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 16 ülke yararlandı. Yardımlarla ülkenin yatırımları tarım ve hafif sanayiye yönlendirilirken dışa bağımlılığın arttığı söylemleri uzun süre devam etti. Bu süreçte sanayi yatırımlarının azalmasıyla bazı fabrikalar kapandı. Bu fabrikalardan biri de 1926’da açılan uçak fabrikasıydı.
Sanayideki ilk uçak fabrikası deneyiminin ardından mihenk noktalarından biri de “Devrim” otomobilinin üretimi oldu. Türkiye’nin kendine ait otomobil üretemeyeceği düşüncelerine rağmen proje 129 günde tamamlandı. 29 Ekim 1961 sabahı üretilen ilk otomobil TBMM önüne getirilerek dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e sunuldu.
1960, 1971 ve 1980 yıllarındaki askeri darbe ve muhtıralar demokrasiyi olduğu kadar ekonomiyi de etkiledi. 1970-1980 yıllarında ithal ikamesine dayanan politikada yaşanan sorunlar, küresel petrol krizi, Kıbrıs Barış Harekatı ve haşhaş ekiminin serbest bırakılması sebebiyle ABD’nin uyguladığı ambargo ekonomide yapısal sıkıntıları beraberinde getirdi. Bu gelişmelerin de tetiklemesiyle 1970’li yılların sonu “Türkiye’nin 70 sente muhtaç olduğu” yönündeki söylemlere kadar uzanan ekonomik tartışmaların gölgesinde geçti.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda ABD’nin Türkiye’ye karşı silah ambargosu kararı alması savunma sanayisindeki dışa bağımlığı da gözler önüne sermişti. Bu süreçte savunmada yerli ve milli üretimin temelleri atıldı. 1975’te ASELSAN kuruldu. Sonraki yıllarda HAVELSAN, ROKETSAN’ın da aralarında yer aldığı kuruluşlar birer birer faaliyete geçirildi. Tarımda modernleşme ve sanayileşme çabaları bu yıllarda da sürerken bazı fabrikalar, yollar ve barajlar ekonomik darboğaza rağmen hizmete alındı.
Ülke ekonomisinde yaşanan sıkıntıları düzeltmek amacıyla 24 Ocak 1980’de “Ekonomik İstikrar Kararları” açıklandı. Kamuoyunda, 24 Ocak Kararları olarak da bilinen programla ekonomi politikasında değişikliğe gidildi. 100 yıllık ekonomi tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olan kararlarla sanayileşme sistemi değişti ve ihracata dayalı, dışa açık ekonomi politikasına geçildi.
Başlatılan finansal serbestleşme süreciyle para ve kur politikalarının TCMB tarafından piyasa ekonomisiyle uyumlu şekilde yürütülmesi için gerekli altyapının sağlanması yönünde önemli adımlar atıldı. Para politikası kapsamında, mevduat ve kredi faizlerinin piyasa koşullarında belirlenmesi hükme bağlandı. Türk parası, yabancı paralar karşısında devalüe edilerek, sabit kur rejiminden esnek kur rejimine geçildi.
Bu dönemde de aralarında Güneydoğu Anadolu Projesi’nin de olduğu birçok proje başlatılırken otoyollara hız verildi, aralarında Boğaziçi’nin de olduğu bazı köprüler ve havalimanları hizmete alındı.
Buna karşın artan iç borç, yükselen faiz ödemeleri, kamu harcamalarının yüzde 11’i aşması ve ihracatın durma noktasına gelmesinin ardından 5 Nisan 1994’te geniş kapsamlı ekonomik önlem paketi açıklandı. Paketle, TCMB 10 büyük bankanın verilerinden kurlar hesaplamaya başladı. 1994 yılındaki memur ve işçi ödemelerinin bütçe ödenekleriyle sınırlı tutulması, kamu personel alımının durdurulması gibi birçok önlem pakette yer aldı. Buna karşın beklenen olmadı, dolar hızla arttı, bazı bankalar battı ve işsizlik yükseldi. Ekonomi bu dönem yüzde 5,5 daraldı. Yaşanan durgunlukla birlikte birçok firma ya küçüldü ya da iflas etti. Mayıs 1994’te de IMF ile 14 aylık yeni bir Stand-By Anlaşması imzalandı. Bu yıllarda terör mücadele nedeniyle bazı kaynaklar da ekonomik yatırımlar yerine güvenlik alanına harcandı.
Bu gelişmelerin gölgesinde Türkiye, ilk uydusu Türksat 1B’yi uzaya gönderirken ilk cep telefonu operatörünü hizmete aldı, bölgesel kalkınma planlarına ağırlık verildi. Özelleştirme uygulamaları bu dönemin öne çıkan gelişmeleri arasındaydı.
Gümrük Birliği, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında gerçekleştirilen müzakerelerin ardından 6 Mart 1995’teki Ortaklık Konseyi toplantısında alınan karar sonrası 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girdi. AB’ye girmeden Gümrük Birliği Anlaşması’nı imzalayan tek ülkenin Türkiye olması bugün de tartışılmaya devam ediliyor. Türkiye ile AB arasında sanayi ürünleri ticaretinde gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları ve önlemler ortadan kalkarken AB’nin diğer ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarına Türkiye’nin doğrudan taraf olmaması, kara yolu kotaları, danışma ve karar alma mekanizmalarında Türkiye’nin yeterince yer almaması bazı sorunları beraberinde getirdi.
1994 krizi, Asya’da yaşanan ekonomik gelişmeler, 1999 Marmara Depremi, finans piyasalarında yaşanan gerilim “2001 krizini” tetikledi. Milli Güvenlik Kurulu’nda yaşanan Anayasa kitapçığı tartışmasının kamuoyuna yansımasının ardından Borsa İstanbul’da sert düşüşler meydana gelirken gecelik faiz oranları 7 binleri aştı. Finans en fazla etkilenen sektörler arasında yer aldı. Bu gelişmelerle birlikte Dünya Bankasında görev yapan Kemal Derviş, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in daveti üzerine Türkiye’ye döndü. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olarak atanan Derviş, yeni ekonomik program açıkladı. IMF ile müzakereleri yürüten Derviş, öngörülen yasal değişiklikleri yaparak piyasalarda güven ortamı oluşturmaya çalıştı.
– 2002 sonrası sıkı para politikası yatırımcının ekonomiye güvenini artırdı
2002’de AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesiyle siyasetle birlikte ekonomide de istikrar hedeflendi. AK Parti hükümetlerinin uyguladığı yapısal reformlar, mali disiplin, sıkı para politikası temel makroekonomik göstergelerde iyileşme sağladı. Bu olumlu gelişmeler sonrasında uluslararası yatırımcıların güveninin artmasıyla yabancı yatırım miktarında artışlar meydana geldi.
Geçmiş dönemlerde yüksek enflasyon nedeniyle değer kaybeden Türk lirasının itibarını yeniden kazandırmak için paradan 6 sıfırın atılması kararlaştırıldı. 1 Ocak 2005’ten itibaren “1 milyon Türk lirası (1.000.000 TL)” “1 Yeni Türk lirasına (1 YTL)” eşitlendi. Türk lirasındaki “Yeni” ibaresi de 2009’da kaldırılarak bugünkü paralar tedavüle sokuldu.
2008’de küresel ekonomide 1929 Buhranı’nın ardından en derin krizlerden biri yaşandı. ABD’de başlayan “Mortage Krizi” tüm dünyayı etkisi altına aldı. Süreç, büyük şirketlerin iflasına, bankaların batmasına ve milyonlarca kişinin de işsiz kalmasına neden oldu. Türkiye ise bu krizden en az etkilenen ülkeler arasında yer aldı.
Türkiye’nin 100 yıllık ekonomi tarihine damga vuran konulardan biri de Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ilişkiler oldu. Türkiye, 1944’te kurulan IMF’ye 1947 yılında üye olmuştu. İlk kez 1958’de dış borç alabilmek amacıyla IMF tarafından hazırlanan programı yürürlüğe konuldu. IMF ile Türkiye arasındaki ilk Stand-By Anlaşması da 1 Ocak 1961’de yapıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde, daha önce 19 Stand-By Anlaşması yapılan IMF ile yeni bir anlaşma yapılmaması kararı alındı. Toplam 56,5 milyar borç alan Türkiye, son taksitini mayıs 2013’te ödeyerek IMF’ye olan borcunu sıfırladı.
Erdoğan’ın öncülüğünde savunmadan enerjiye, ulaştırmadan bilişime birçok alanda da yerli ve milli teknolojiler desteklendi. Stratejik alanlarda atılan adımlarla Türkiye ekonomisinin dışa bağımlığının azaltılması hedeflendi. Bu dönemde aralarında insansız hava araçlarından milli muharip uçağa, MİLGEM’lerden tanka kadar savunma sanayisinde çeşitli projeler hızla ilerletilirken hızlı tren ve metro projeleri uygulamaya alındı.
Bu süreçte Gezi Parkı Olayları, FETÖ’nün 15 Temmuz hain darbe girişimi gibi olaylar Türkiye ekonomisini de hedef aldı. 2015’te sabit fiyatlarla ekonomi yüzde 6,1 büyürken darbe girişimin ardından bu oran yüzde 3,3’e geriledi. Bu yaraları hızla saran Türkiye, 2017’de yüzde 7,5 büyüdü.
2019 yılı sonunda başlayan ve 2020’den itibaren Türkiye’de de etkisini hissettiren Kovid-19 salgını arz ve talep dengesinde ani değişime, tedarik zincirinin bozulmasına, maliyetlerin artmasına yol açtı. Küresel piyasalarda olduğu Türkiye ekonomisinde de daralma yaşandı. Salgının etkilerini azaltmak için birçok parasal ve mali önlem paketi açıklandı.
Salgının yaraları sarılmadan başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı küresel ekonomide yeni bir krizin kapılarını da araladı. Gıda, altın, enerji ve Brent petrol fiyatlarında artışlar görüldü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın girişimiyle oluşturulan Tahıl Koridoru ile savaşın etkileri azaltılsa da dünya yüksek enflasyon başta olmak üzere çeşitli sorunlarla karşı karşıya kaldı.
Son olarak 6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremler 12 ilde yıkıma yol açarken ülke ekonomisinde yüklü bir fatura oluşturdu.
Türkiye, tüm bu gelişmelere karşın aralarında Togg’un da olduğu birçok yerli ve milli projeyi hayata geçirirken otoyollardan köprülere, barajlardan fabrikalara kadar çok sayıda yatırıma imza attı.
Dünyanın en büyük projeleri arasında yer alan İstanbul Havalimanı, 1915 Çanakkale ve Yavuz Sultan Selim köprüleri, Yusufeli ve Deriner’in de aralarında olduğu barajlar bu süreçte hizmete alınan projelerden sadece birkaçı oldu. Enerjide yerli ve milli çalışmalara odaklanılırken Akkuyu’daki nükleer güç santralı yapımı hızlandı, Akdeniz ve Karadeniz başta olmak üzere enerji kaynaklarının çıkarılmasına yönelik çalışmalar yoğunlaştı. Tarımda teknoloji kullanımı arttı, iletişimde uydularla kapasite yükseltilirken Türkiye milli uydularını üretme noktasına geldi. Ticarette son dönemde Cumhuriyet tarihinin rekorlarına imza atıldı.
Cumhuriyet’in 100’üncü yılında Türkiye ekonomisi dünyanın en büyük 17. ekonomisi konumunda bulunuyor. Yıllıklandırılmış gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) 1 trilyon doları aştı. Orta Vadeli Program’a göre, bu yıl sonunda istihdamın 31 milyon 654 bin kişiyi bulması bekleniyor. GSYH’nin cari fiyatlarla 25 trilyon 483 milyar lira, kişi başına milli gelirin ise 12 bin 415 dolar olarak gerçekleşmesi öngörülüyor.
Türkiye’nin ikinci yüzyılında savunmadan demir yollarına, sanayiden tarıma her alanda yerli ve milli üretim hedefleri öne çıkıyor. ANKA ve Bayraktar SİHA’lara, KAAN Milli Muharip Uçağı’na, MİLGEM’lere kadar uzanan savunma sanayisindeki atılımın diğer alanlara da yayılması için yol haritası çiziliyor. Hedefler arasında ülkeyi dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi arasına yükseltmek yer alıyor.
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Levent Yılmaz, Cumhuriyet’in 100 yıllık ekonomisine ilişkin değerlendirmede bulundu.
Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’na girmemesinin stratejik bir hareket olduğunu ve dönüm noktalarından birini teşkil ettiğini belirten Yılmaz, 1960 darbesine kadar ki süreçte yerlileşmenin yoğun olarak devam ettiğini söyledi. Turgut Özal’ın Başbakanlığı dönemindeki dışa açılma döneminin yaşandığını dile getiren Yılmaz, Gümrük Birliği Anlaşması’nın ise bugün de hala tartışıldığını anlattı.
Yılmaz, Cumhuriyet tarihinin esas dönüm noktasının 3 Kasım 2002 seçimleri olduğuna dikkati çekerek, “3 Kasım 2002 seçimleriyle beraber Türkiye, siyasi ve ekonomik istikrara kavuştu. Türkiye ekonomisinin daha hızlı karar alması, aldığı kararları uzun vadede uygulayabilmesi önemliydi. Koalisyonlar çok çabuk dağılıyordu ve alınan ekonomi kararlarının uygulanması süreçleri uzatıyordu.” diye konuştu.
Yakın dönemde Türkiye’de ve küresel ekonomide yaşanan gelişmeleri anımsatan Yılmaz, şunları kaydetti:
Yılmaz, salgın döneminde izlenen politikalarla sanayinin açık tutulduğunu ve rekabetçiliği kaybetmemek adına önemli adımlar atıldığını ifade ederek, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın enerji krizini tetiklediğini, salgın döneminden kalan enflasyonist ortamı körüklediğini bildirdi. 11 ili kapsayan Kahramanmaraş merkezli depremlerle ciddi bir yıkımla karşı karşıya kalındığını vurgulayan Yılmaz, depremlerin ekonomiye 200 milyar dolar zarar verdiğini kaydetti.
Yılmaz, “Darbe girişimi, arkasından pandemi, ondan sonra Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkileri, bölgemizde 40 yıldan bu yana devam eden ve olumsuz etkileyen terör faaliyetlerinin üzerine böyle ciddi bir felaket maliyeti eklenmiş oldu. Açıkçası Türkiye ekonomisi üzerindeki yükü artırdı.” dedi.
TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin Cumhuriyet’in ilanından bugüne 10’ar yıllık dönemlerde büyüme oranları şöyle:
Yıllar Büyüme oranı (Yüzde)
1923 –
1930 2,5
1940 – 4,8
1950 9,4
1960 2,9
1970 3,2
1980 -2,4
1990 9,3
2000 6,9
2010 8,4
2020 1,9
2021 11,4
2022 5,5
2023 (Tahmini) 4,4
Yıllar 2023 (GT) 2024 2025 2026
GSYH (Milyar TL-Cari fiyatlarla) 25.483 41.159 52.942 62.997
Kişi başına gelir (dolar) 12.415 12.875 13.717 14.855
GSYH büyüme (Yüzde) 4,4 4 4,5 5
İstihdam (bin kişi) 31.654 32.428 33.340 34.381
İhracat (milyar dolar) 255 267 283,6 302,2